MARTNISAN2023 Zekeriya Şimşek
“Gâvur İzmir”den “Gâvur Mahallesi”ne
“Gâvur İzmir”den “Gâvur Mahallesi”ne İzmir’in tarihsel bir Gâvur İzmir “etiket” geçmişi vardır. 1900’lü yılların İzmir’i, Rum, Ermeni, Yahudi ve Levanten nüfusun yoğun olduğu karışık, emperyal ve komprador bir liman şehri özellikleriyle Osmanlı terminolojisinde “Gâvur İzmir” olarak etiketlenir. Nahid Sırrı Örik (1895-1960), bir öyküsünde, gözü dışarıda dedesine dair şöyle der; “İzmir’e tahvil-i memuriyetle gittikten sonra zevk ve sefasına orada tabii daha geniş imkânlar bulmuş.” (San’atkarlar, s.102) Günümüzde tukaka amaçlı gündem malzemesidir; “Gâvur İzmir” aşağı “Gâvur İzmir” yukarı. Yani İzmir’e söz geçiremeyenlerin rant kapısıdır “Gâvur İzmir” etiketimiz. Peki, işin aslı nedir? İşin aslı 19. yüzyıl öncesine dayanmaktadır: 13. - 14. yüzyıllar, Bizans İmparatorluğu’nun dünyaca bilinen limanlarından İzmir, Aydınoğulları ile Bizanslılar arasında defalarca el değiştirir, sonuçta iç içe iki İzmir oluşur; Hristiyanların kontrolündeki “sahil İzmir” ile Müslümanların hâkim olduğu kırsal İzmir. Hristiyanların yaşadığı İzmir, “Gâvur İzmir” olarak dile gelir; işte deyim o günlere referanstır. 1402, Timur her iki İzmir’i fetheder, ardından Anadolu beylikleriyle Osmanlı arasında gidip gelen İzmir, şehirdeki gayrimüslimlerin merkezi yönetime sadakatlerini beyan sonucu demografik çeşitliliğini ve ticari eksenini koruyacaktır. Türkçe’nin yanında Fransızca, Rumca, İspanyolca ve Ermenice gazete ve dergilerin yayımlandığı o dönem İzmir’i, iki ayrı dünyadan oluşmaktadır; Basmane Garı’ndan denize dik olarak çizilecek bir doğrunun kuzeyinde kalan bölümde azınlıklar yaşarken Kordonboyu’nda eğlence yerleri, ithalat-ihracat şirketleri ve mağazalarıyla Frenk Mahallesi yer almakta, güneydeki Türk nüfusu Tilkilik’ten Kadifekale ve Eşrefpaşa’ya kadar uzanmaktadır. Deniz kıyısındaki Karataş semti Yahudi kolonisidir, Gâvur İzmir ne kadar hareketli ve gösterişliyse, Türk İzmir o derece bakımsız ve içine kapanıktır. Gâvur İzmir çarpık gerçeği, Kurtuluş Savaşı’na yol açmıştır ve ulusal bağımsızlığın temel gerekçesidir. 9 Eylül ile şekillenen bugünkü İzmir, Gâvur İzmir’den daha “yerlici”dir. (Gâvur İzmir’i araştıralım, öğrenelim ama sahiplenmek yanlıştır.) Batmanlı Ahmet Güneştekin’in (1966-), İzBB desteğiyle 03 Kasım 2022-05 Mart 2023 tarihleri arası Kültürpark’ta 5000 metrekarelik bir alanda açtığı “Gâvur Mahallesi” sergisi yoğun ziyaretçi trafiğiyle gerçekleşti. “Visual artist/görsel sanatçı” olarak konumlandırılan (wikipedia.org) Güneştekin kişisel websitesinde (ahmetgunestekin.com) sergisini; “2022-Doğal taş oluşumlara ve metale biçim vererek heykelsel alana ağırlıksızlık hissini veren derinlik ve uzama sahip işler çalışır. Sanatçının heykel çalışmaları, göç ve yerinden edilmelerin tarihine odaklanan enstalasyon ve video işleriyle birlikte Gâvur Mahallesi’nde sergilenir. Güneştekin Vakfı’nın sunduğu sergi farklı hümanizm biçimleriyle ilgilenerek, insan olmanın tarihsel, kültürel ve politik olarak çok yönlü etkilerini anlamaya katkı sunmayı amaçlar. Çok disiplinli, artzamanlı ve eşzamanlı bir çalışmayla geçmişi şimdiyle birlikte inceleyerek, yaşananları başkalığın merceğinden keşfetmek için yeni olanaklar sunar,” ifadeleriyle tanımlıyor. Büyük boyutlu enstalasyonlar, videolar ve metal formların taşla tamamlandığı heykel çalışmalarından oluşan “mübadele” ana temalı serginin İzmir’de, “mübadele şehrinde” gerçekleşmesi oldukça anlamlı. Gördüğü ilginin nedenini Gâvur İzmir’e çağrışımında aramamız gerek! Yani “bire bir yüzleşme” olanağı, koca bir alanda ama görsel olarak yanı başınızdaki eserler ve siz baş başasınız; doğrudan bir etkileşim söz konusu. Güneştekin yaşadıklarından, tanık olduklarından sanatçı sorumluluğuyla yorumlar üretiyor; sizi düşünmeye zorluyor ve bunu başarıyor. Bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim; Kültürpark’ın İzmir’in kurtuluşunda terk edilmiş, azınlık mensuplarının oturduğu mahalle olması serginin anlam katmanlarını çoğaltıyor. Serginin isim babası, yer aldığı mekânın geçmişi. Yaşadığımız dönemin tanığıyız ama sanat tanıklığımıza dair farkındalıklar aracı… Hafıza Tepesi: Sanatçının Diyarbakır’daki “Hafıza Odası” (2021) sergisinin uzantısı. Hayatın her alanında geçerli kritik hatırlatmalarla karşılaşıyoruz; “Hafızamızı tazelemezsek, yaptığımız hataları tekrar etme riski vardır.” İş dünyası için olduğu kadar özel hayatlar için de kıymetli bir tespit değil mi? Göç Yolu: Tonlarca blok mermerin kullanıldığı serginin, açık alan ve koridor yerleştirmelerinde dev ve tekinsiz mermerlerin arasından geçmek ürkütücü! Mermerlerin aralarına sıkışmış bavullar yolculuktaki kesinti, sıkıntı ve göçün duygusal eziciliğini etkili bir biçimde sunmaktan öte insanın gözüne sokuyor. Kırkyamalar: Eski giysilerin sökülen, aşınan yerlerine yama dikerek yeniden kullanılır hale dönüştürmek; bireyleri bir araya getirmek, ömürleri dönüştürmek tutkusu… 20 Kilo 20 Dolar: Güneştekin’in videosu, Türkiye’de yaşayan Yunan pasaportlu Rumların zorunlu göç sırasında yanlarına sadece “20 kilo” kişisel eşya ve “20 Dolar” karşılığı Türk Lirası alma kısıtını anlatıyor. Mübadilin Kayığı: Serginin orta yerinde boyaları dökülmüş, yer yer çürümüş bir kayık. Üstünde üst üste yerleştirilmiş valizler. Kayığın burnundaysa adı yazılı; “Karayazı” yani kara baht, kötü talih. Çoğu göç hikâyesinin bir yerlerinde deniz vardır. Denizin içinde susuzluk ve yerleşememek. Esere yaklaştıkça bir kedi sesi geliyor; kedinin peşine düşenler, kediyi soranlar oluyormuş ama bu hoparlör kedisi. Bunu fark etmeden önce kedi sizin kurtarma güdünüzü gıdıklıyor, ilginç bir kurgu! Konstantiniyye Serisi: Eserin tam kalbinde siz de yer alıyorsunuz. İnsanı doğrudan paydaş kılarak düşünmeye zorluyor ya da aidiyet hissini tetikliyor, artık ele aldığı(nız) konu neyse… Sanat, insanı en acı gerçeklikle yüzleştirirken bile bir şeyi unutmaz; umut tazeler. Estetiğin değeri buradadır. Bir sergiden daha umutlarımı tazeleyerek ayrılıyorum.